28 Haziran 2013 Cuma

İlişki Anın da Yaşanan Sorunlar 3

İlişkiyi askıya almak

Televizyon kanalları seviyesiz görüntülerle aklımızı karıştırıp ödümüzü patlatırken, ilkel kapitalizm sürecinde gözü madde hırsıyla dönmüş insanlar, insanlıktan çıkarken, değerlerin hallaç pamuğu gibi savrulduğu bir toplumda yaşamak bir kördöğüşüne dönerken bizim “reklam için her şey mübahtır” anlayışının kahramanları çıtkırıldım, paragöz mankenlerimiz (!), sözde şarkıcılarımız (dikkat ederseniz sanatçı demiyorum) ortaya bir “seviyeli birliktelik” lafı attılar. Modern yaşam (!) gereği zengin ve hovarda cici beylerle beraber yaşamalarını “seviyeli birliktelik” diye takdim ettiler. Bu “seviyeli birliktelik”i barlarda, pavyonlarda, havuz başlarında, zengin kokteyllerinde, Bodrum gecelerinde el ele, yanak yanağa tv kameralarıyla görüntülediler. “Evlenecek misiniz?” türünden sorulara ağız birliği etmişcesine: “Hayır, saygın ve düzeyli ilişkimizi bozmak istemiyoruz” şeklinde kalıplaşmış cevaplar verdiler.
Birçoğumuz ekran karşısında bir yandan çekirdek yiyip bir yandan onları seyrederken ayıldık, bayıldık, “Aa, birbirlerine ne kadar yakışıyorlar!”, “Vallahi helal olsun, hayatın tadını çıkarıyorlar!” söylemleriyle onlara destek verdik.
Biz, onların ne anlama geldiği çeşitli yorumlara açık olan bu seviyeli birlikteliklerini, düzeyli ve saygın ilişkilerini (!) kıskanıp dururken aaa...bir de baktık ki, onlar, bir başka kavramla ortaya çıktılar.
“İlişkimizi askıya aldık!”
“Bu da ne demek?” demeyin. Bir düşünün...
Seviyeli olmak öyle kolay iş mi? Hem İstanbul’da site yapacak arsa mı kaldı? (Pardon, pardon!.. Birden aklım reklama gitti, kusura bakmayın)
Ne diyorduk?... Ha...seviyeli birlikteliğe girişenler öyle görgüsüzce, kabaca “Pat” diye ayrılmaz. Ya ne yaparlar?
İlişkileri askıya alırlar.
Yani?
Yaşamlarında postmodern bir parantez açarlar.
Yani?
Yanisi şu; taraflardan biri bir başkasını beğenir; bir süre onunla beraber olmayı denemeye kalkar. Veya çıkar hesapları bir süre ilişkiyi dondurmayı gerektirir veya reklama ihtiyaç duyulur. Veya canlar kapris yapmak ister.
Böylesi durumlarda askı çıkarılır.
İlişkiler pıt diye asılır. İlişki, onlara göre öylesine somut bir şeydir anlayacağınız.
Ama seviyeli olmak gereği kimse kimsenin suratına kapıyı kapamaz. Avanslar mahfuz tutulur. Aleni değilse bile gizli görüşmeler, cep telefonuyla motive etmeler devam edebilir.
Bu arada olan, onları örnek alan gençlere olur.
Onlar da bir hevesle denemeye kalktıkları “seviyeli birliktelik”te (araya duygusallık kattıkları için) bir türlü huzuru ve mutluluğu yakalayamazlar.
Tabii, ilişkilerini askıya almayı da beceremezler.
Acıların ve hayal kırıklıklarının girdabında bocalayıp dururlar..
İlişkinin sonu
Geçen hafta sonunu, havanın soğukluğunu fırsat bilerek sinemada geçirdim. Görevimiz Tehlike zaten ilk tercihimdi. Bu film hakkındaki görüşlerimi yazmıştım. Ama ondan önce aslında başka bir film daha izledim. “The End Of The Affair”. Bizimkiler bu ismi ne hikmetse “Zor Tercih” diye tercüme etmişler. Halbuki orijinal isim yani “İlişkinin Sonu” çok daha hoş.
Zaten söz konusu film de hoş.
Hiçbir şekilde çoluk çocuk gidip izleyebileceğiniz bir yapım değil. Bu konuda sizi uyarıyorum. Ama salim kafayla gidip çok basit gibi görünen sevgi etkileşimlerinin aslında nasıl derinlemesine olabileceğini görebileceğiniz, sizi sorgulamaya itecek ve inanç meselesinin psikolojik yaptırımlarını ayrım sayabileceğiniz titiz bir çalışma.
Geçenlerde sayın Duygu Asena’nın bu filmle ilgili yazdığı bir yazıyı okudum. Okumadan önce bu yazıya “İlişkinin Sonu” başlığını koymayı düşünmüştüm. Bir de baktım kendisi de aynı başlığı uygun görmüş. Ben bu cümleyi çok sevdiğim için yine kullanıyorum. Sakın alıntı ya da çalıntı zannedilmesin.
Neyse...
Sayın Asena filmi sevdiğini ve aşka inanmadığı daha doğrusu mutluluğun aşkı öldüreceğini, alışkanlığa çevireceğini bildiği halde bir anda hikayenin etkisiyle böyle bir aşk yaşamayı istediğini yazmış. Ve bu dürtüyü çok kadınca bulduğunu itiraf etmiş.
Çok kadınca mı orasını bilemiyorum ama ben aşka inanıyorum. Evet, birleşmeyle sonuçlanan aşk hikayeleri sonradan hep monoton evliliklere dönüşmüş gibi görünüyor. Ama kavuşamamak insanı yiyip bitiriyor. Eğer bir defa gerçek aşk denilen hastalığa yakalanmışsanız hakikaten yanıyorsunuz. Gözünüz hiçbir şeyi görmüyor. Giderek bütün hücrelerinizin aynı çığlıkları attığını duymaya başlıyorsunuz. Sadece onu düşünüyor, sadece onu istiyorsunuz. Yanınızda göremeyince paniğe kapılıp yalpalıyorsunuz. Hızlanan kalp atışları ve soğuk terlemelerle tanışıyorsunuz. Gözyaşı dökmek yetmiyor. Daha fazla bir şeylerin olması gerektiğini sanıyorsunuz. Normal hayatını sürdüren ve sizin içinizde devam etmekte olan savaştan haberi olmayanlara sinir oluyorsunuz. Onsuz dünyanın nasıl dönmeye devam ettiğini anlayamıyorsunuz.
Evet, bu kesinlikle ciddi bir hastalık. Tek geçici tedavi zaman olarak belirlenebilir ama tamamen geçmesi diye bir sonuç yok. Aslında zaman bile tam işe yaramıyor. Tam geçti sanıyorsunuz, bir de bakıyorsunuz ki geçmişten bir detaya takılıvermişsiniz.
İşte söz konusu ettiğimiz film bütün bu duyguları olabilecek en tarafsız gözle perdeye yansıtıyor. Başarılı oyunculuk, başarılı reji birleşimiyle ortaya biraz rahatsız edici bir hikaye çıkıyor. Rahatsız eden yanı çok gerçek oluşu. Hakiki aşkın insanı ne hallere sokabildiğini görmek açısından önemli.
Tek kusuru son derecede İngiliz oluşu. Her karenin her saniyesinde derinlemesine işlenmiş bir İngilizlik var. Ağır ilerleyen sahnelerden insanların mimiklerine kadar her detayda bunu hissedebilirsiniz.
Baş rolleri Ralph Fiennes ve Julianne Moore paylaşıyor. İkisi de yıldız değil. Ama ikisi de kendisini kanıtlamış birer oyuncu. Her ikisi de filme inanılmaz katkıda bulunuyorlar. Yönetmen Neil Jordan.
Teknik meselelerden çok hikaye sarsıcı. Dediğim gibi kendinize zaman ayırabileceğiniz bir gün bu filme gidebilirsiniz ve aşkı gerçekten isteyip istemediğinize karar verebilirsiniz. Gerçi görünen köyün durumu pek parlak değil. İsteyip de ne yapacaksınız ama her zararlı tercihte olduğu gibi aşkta da inanılmaz bir çekicilik geçerli.
Külkedisi masalındaki gibi. Çok güzel, çok vazgeçilmez ve çok geçici. Saatler gece yarısını gösterdiğinde sadece anılarınızla baş başa kalmaya razıysanız mesele yok. O anıların öldürücü olabileceğini unutmayın yeter ki.

Sözün Özü
Her kahraman bir haine ihtiyaç duyar.

L E V H A
An belki geçicidir fakat anı ebediyyen kalır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder